“Düşünen Adamın Not Defteri”nde bulunması gereken bir söz ile başlamak istiyorum bu yazıya. Söz şahsıma ait. Bir öneminin olup olmaması o kadar da mühim değil, zira sözü söyleyebilmekti asıl önemli olan.
“Eğer unuttum diyebiliyorsan bil ki henüz unutamamışsın. Bir yerlerde hâlâ ufak da olsa kendini muhafaza etmiş adını koyamadığın her ne varsa, her neyse! İşte o seni bırakmadan unutamazsın!”
Unutmak… Beynimiz acaba hangi koşullarda unutabilir? Bu sorunun cevabını biliyor olsaydım, biliyor olsaydık eminim hayatımızın seyri muhteşem bir şekilde değişecekti. Neyi unutmak istiyorsak onu benliğimizden silmek için uğraşırdık; bundan eminim. Hayatımız üzerindeki tüm olumsuz izleri kapasitemiz yettiğince silmek için kimbilir ne kadar çabalardık!
Bazen bir kişi, bir olay, bir söz bizleri ışık hızından katbekat daha hızlı bir şekilde yıllar öncesine götürür. Olumsuzluklar mıdır bizleri bu “an”larla yüzleşince tedirgin eden? Bilemiyorum… Bildiğim bir şey varsa o da unutmak için ne kadar enerji harcarsak harcayalım, yolun sonuna geldiğimizde unutmak istediğimiz neyse, her neyse bizleri karşılayacaktır. Bu yüzden unutmak istemeyi istemiyorum; çünkü hayat zıt kutuplarıyla yaşanıyor ve tüm bu zıtlıkların bir anlamı var. Bu anlamları yakalayabilmek ve anlamlar içerisinde kendimize yeni “anlam”lar çıkartabilmemiz için varlar. Böyle düşünüyorum. Başka bir örnek vermem gerekirse, hayatı yaşıyorken tam da hayatımızın ortasında sadece belirli tatlar üzerine kurulu bir mutfak düşünün. Bu mutfaktaki yemeklerin çeşitliliği üzerine ne kadar farklı kombinasyonlar oluşturabilir ki insan?
Unutmak eylemi ne zaman zihnimizde belirginleşirse işte o zaman devreye “keşke” giriyor. Gerçekten “keşke” dediğimiz anda hayatımız bir anda geriye dönse ve “o an”da yeniden koşullandırılsa her şey. O zaman ileride bizleri derin derin düşündüren ne varsa silinecek ve şu an için yaşadığımız anda daha mutlu olacağız öyle mi? Peki o zaman hayat üzerindeki deneyimlerimiz ne olacak? Buna değecek mi? Şahsi kanaatim değmeyeceğinden yana. Hayat karşısındaki duruşumuzun güçlenmesini sadece bizleri mutlu eden etmenlere dayandırıyor olmamız gibi bir portre çıkar eğer “değer!” dersek. Burada bırakmak istiyorum, bu konu üzerine biraz kendi duygu ve düşünce dünyanızda kendi portrenizi oluşturmanız için…
Kendi portrem mi? William Shakespeare’in 43. sonesi şöyle başlar: “Apaçık görüyorum gözlerimi yumunca…” Burada türlü betimlemeler yapıp süslü kelimeler kullanabilirim elimden geldiğince. Dilimiz bu konuda oldukça elverişli. Kendi düşüncelerimi, hislerimi bu yazıyı okuyan insanlara anlatabilirim. Kimsenin anlamayacağı bir paragraftan başka bir şey olmayacağı kanısındayım. Sadece şunu söyleyebilirim. Ne zaman “unutmak” kelimesi ile karşılaşsam gönlümün kapıları şiddetle sarsılır, zihnimi saran bir sis bulutuna maruz kalırım. Hissettiklerim o kadar güçlü ve yoğun olur, düşüncelerim de o kadar savunmasız kalır ki gerçekten acıdan başka bir şeyi ne hissedebilir ne de belirsizlikten başka bir şeyi düşünebilirim…